Dijital çağ, yaratıcılığın sınırlarını genişletirken, “sahiplik” kavramını da kökten değiştiriyor. Bir zamanlar yalnızca sanatçının, tasarımcının ya da yapımcının sorumluluğunda olan üretim süreçleri artık yapay zekâ, algoritmalar ve dijital platformlarla iç içe. Bu da yeni bir soruyu gündeme taşıyor: Dijital çağda yaratıcılığın gerçek sahibi kim?
Müzikten görsel sanatlara, filmden yazılıma kadar pek çok alanda “eser” kavramı yeniden tanımlanıyor. Yapay zekâ destekli üretimlerin artışı, hem hukuki hem de etik açıdan yeni tartışmaları doğuruyor. Bir yandan teknolojinin yaratıcılığı demokratikleştirdiği düşünülürken, diğer yandan insan emeğinin görünmez hale geldiği eleştirileri de yükseliyor.
Dünya genelinde bu tartışmalar artık kültürel üretim politikalarının merkezinde yer alıyor. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO), yapay zekâ tarafından üretilen eserlerin telif hakkının kime ait olması gerektiği üzerine raporlar yayımlıyor. Avrupa Birliği, 2019’da kabul ettiği Dijital Telif Direktifi ile dijital platformlara içerik sahiplerine karşı daha fazla sorumluluk yükledi. Öte yandan farklı ülkelerde yapay zekâ araçlarıyla üretilen görsellerin kime ait sayılacağına ilişkin davalar sürüyor.
Bu gelişmeler, teknolojinin sadece ekonomik değil, etik ve kültürel boyutlarıyla da tartışılması gerektiğini gösteriyor.
Yapay zekâ üretimlerinin “orijinalliği” en kritik sorulardan biri. Bir metin, melodi ya da görsel tamamen makine tarafından oluşturulduğunda, bu bir yaratıcı eylem olarak değerlendirilebilir mi? Ve eğer öyleyse, ortaya çıkan değerden kim pay almalı? Platform ekonomilerinde bu sorular daha da karmaşık hale geliyor. Milyonlarca içeriğin üretildiği dijital platformlarda gelir paylaşımı adil mi?
Türkiye’de ise bu tartışma hakkında gün geçtikçe daha çok soru sorulmaya başlanıyor. Telif yasaları yapay zekâ ve dijital üretim süreçlerine göre henüz güncellenmiş değil. Ancak bu durum, aynı zamanda yenilikçi çözümler için bir fırsat da sunuyor.
Yaratıcı girişimler blok zincir gibi yenilikçi teknolojilerle yeni iş modelleri ve yaratım biçimleri geliştirebiliyor; üniversiteler ve araştırma merkezleri ise yaratıcılık, hukuk ve teknoloji kesişiminde yürütülecek çalışmalarla bu dönüşüme katkı sunabiliyor. Üniversiteler ve araştırma merkezleri ise “yaratıcılık, hukuk ve teknoloji” kesişiminde yürütülecek çalışmalarla farkındalık yaratabilir.
Bugün dijital dünyada telif, yalnızca bir hukuki düzenleme meselesi değil; ekonomik, kültürel ve etik bir denge arayışı. Yaratıcı endüstrilerin sürdürülebilirliği, bu dengenin nasıl kurulacağına bağlı. Gerçek değer, belki de yalnızca üretimde değil — üreteni, paylaşanı ve koruyanı adil biçimde tanımlayabilmekte gizli.
